11 Nisan 2013 Perşembe

TERSİNE KENTSEL DÖNÜŞÜM

İstanbul’un dört bir yanını “kentsel dönüşüm” adı altında yıkıp TOKİ eliyle ehlileştirenler Taksim’de bir kışla olduğunu hatırladılar. Hatırlamakla kalmayıp yeniden inşa etmeye kalktılar. İçinde bulunduğumuz yılın ilk günlerinde Koruma Bölge Kurulu Taksim’in tek yeşil alanının üzerine böylesine büyük bir kütlenin inşasına izin vermedi. Ülkenin başbakanı çıktı ve dedi ki: “Topçu Kışlası'nı yapacağız. Üst kurul reddetmiş. Biz de reddi reddedeceğiz.” 

Bu cümleyi duyunca aklıma televizyondan seyrettiğim bir MHP kongresi geldi. Yıl 1997. Alparslan Türkeş’in ölümünün ardından kongredeki oylamanın ikinci turunda Tuğrul Türkeş’in rakipleri Devlet Bahçeli isminde birleşmiş, bunun üzerine sinirlenen bir MHP’li, ki sonradan öğrendiğim kadarıyla kendisi Ülkü Ocakları eski başkanı Azmi Karamahmutoğlu’ymuş, kürsüyü taraftarlarıyla işgal ederek “illegaliteyi başlatıyorum, yıkın kürsüyü” dedi. Elindeki mikrofunu bir kahraman edasıyla seyircilere fırlatmasını ve taraftarlarının kürsüyü parçalamalarını dün gibi hatırlıyorum. 

Başbakanın, “Biz de reddi reddedeceğiz” cümlesinden, illegalitenin ilanından başka bir anlam çıkaramıyorum. Karamahmutoğlu’nunkinden tek farkı bu illegalite ilanının şiddet içermemesi. Halkın istemediği, uzmanların neredeyse tamamının -Sinan Genim’le Hakan Kıran’ı bir kenara ayıralım- “Gezi’yi maymuna çevirecek”, “Rüküş, israfkar ve görgüsüz”, “Çocuksu araçlarla verilen siyasal bir kavga” ve benzeri kısa ama sert cümlelerle reddettiği bir yeniden doğuşa maalesef tanıklık edeceğiz gibi gözüküyor. 

Taksim’deki “yaparım bilirsin” inatlaşması sürerken yöneticilerimizin dünya şehircilik tarihine armağan ettiği “tersine kentsel dönüşüm” kavramının (kavramın isim babası benim) örnekleri çoğalıyor. Üsküdar’dan Kuzguncuk’a doğru giderseniz Paşalimanı’ndaki Boğaz’a nazır parkta açılan üç büyük çukura rastlayacaksanız. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin parkın girişine astığı tabelanın üzerindeki bilgilerden çukurların niye açıldığını anlıyoruz: “Üsküdar Serasker Hüseyin Avni Paşa Yalısı ve Arapzade Yalısı Temel Araştırma Kazısı”



Proje yeni değil, İstanbul Büyükşehir Belediyesi sitesinde projeden kısaca şöyle bahsediyor: “İstanbul Boğazı’nın karakteristiğini oluşturan yalılar arasında sayılan bu yok olmuş kültür varlıklarımızın yeniden İstanbul’a kazandırılabilmesi amacıyla kazı çalışması yapılarak, kazı rölövelerinin alınmasını kapsayan çalışmalar 05.07.2011 tarihinde başlamıştır.” 

Radikal Gazetesi’nden Enis Tayman’ın 08.02.2013 tarihli haberinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu işe girişmesinin amacı “ihya etmek ve kamu yararına kullanmak” olarak belirtiliyor. Özetle deniz kenarındaki kamusal bir yeşil alan yok edilerek yerine iki yalı ihya edilecek ve kamu yararına kullanılacak. 

Peki nedir bu kamu yararı? Yeşil alan mı kamu yararına, yalılar veya kışlalar mı? Hemen İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2004-2010 yılları arasındaki yeşil alan verilerini derleyerek yayınladığı rapora bir göz atalım. Ülkemizde kişi başına düşmesi gereken yeşil alan miktarı, 1999 depreminden sonra revize edilerek 10 metrekareye çıkartılmış. İstanbul kentlisinin kullanabileceği yeşil alan ise 6,05 metrekare. Aynı belediyenin “Yaşayan Şehir İstanbul-İstanbul’da Çevre Yatırımları 2004-2012” isimli yayınında ise bu rakam 6,08 metrekare olarak belirtiliyor. Bu rakamlara otoyol kenarlarında yer alan yeşil bantların dahil olduğunu da umarım göz önünde tutuyorsunuzdur. Taraf Gazetesi’nin 18.07.2012 tarihinde yayımladığı bir haberde görüşüne başvurulan uzmanlar reel rakamın 3 metrekarenin bile altında olduğunu söylüyor. 

Olması gereken nedir? Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre şehir merkezinde kişi başına düşen yeşil alan miktarı en az 10 metrekare olmalı. Şehir merkezinin dışındaki banliyölerde ise 25 metrekarelik bir yeşil alan öneriliyor… Olması gerekeni ve İstanbul’un verilerini paylaştıktan sonra biraz da dışarıdan örnek verelim: Paris’in de içinde olduğu Île de France bölgesinin 2011 yılında yayımladığı rapora göre Paris şehir merkezinde kişi başına düşen yeşil alan yaklaşık 8,0 metrekare.  Paris’e banliyöleriyle birlikte baktığımızda bu rakam 28 metrekareye çıkıyor. İlginç olan bu rakamlara sadece ve sadece kamusal alan olarak kullanılan park ve bahçeler dahil edilmiş. Otoyol ağaçlandırmaları hariç tutulmuş. Nedeni basit: Kamunun bu yeşil alanlardan faydalanamaması… Bir Londra kentlisi ortalama 20 metrekare yeşil alandan faydalanıyor. Gökdelenler şehri New York’ta ise şehir merkezinde yaşayan bir New York’lunun faydalandığı yeşil alan 23 metrekare.

Şimdi tekrar İstanbul’a, Paşalimanı’na dönelim. Mimar Sinan’ın 16. yüzyılda başında olduğu ocağın ismini mimarlık şirketine uygun görerek “mütevazılığın” sınırlarını zorlayan Hassa Mimarlık’ın açtığı çukurlarda yuvarlak bir altyapı, merdiven ve temel kalıntıları gözüküyor. Bingo! Bu durumda yalılar ihya edilebilir, kamu bundan faydalanabilir. Bu kamu yararı ne biçim bir şeydir ki gerektiğinde parklar yok edilebilir ve yerine koca binalar inşa edilebilir? Kamu yararının dengesini kim bulacak? Koruma kurulları veya yargı mı? Yoksa Hassa Mimarlık’ın sermimaranı mı? Veya Büyükşehir Belediye Başkanı mı? Başbakan mı? 


Yine aklıma eskilerden bir örnek geliyor. Kendisiyle tanışıyor olmaktan büyük bir mutluluk duyduğum, çok genç yaşta kaybettiğimiz Avukat Derviş Parlak şöyle demişti: “Kamu yararı varsa hukuka uygundur, kamu yararı yoksa hukuka aykırıdır. 
 
Bu satırların yazarı olarak ben de illegaliteyi kısa bir süreliğine de olsa ilan ediyorum. 5 dakikalığına kurul, kanun, yönetmelik, mimarlar, başkanlar ve başbakanları bir kenara bırakın lütfen! Yukarıda yazdığım kişi başına düşen yeşil alan metrekarelerine bir kez daha bakın. Kısa bir süre düşünün! Kamu yararı Taksim’e kışla, Paşalimanı’na yalı inşa ederek mi sağlanır? Yoksa Taksim Gezisi ve Paşalimanı’ndaki Boğaz’a nazır parkı koruyup çoğaltarak mı?



Not: 13 Nisan 2013 Cumartesi, saat 18:00’da Gezi Parkı kamu yararınadır diyenler Gezi Parkı’nda buluşuyor. 



Hiç yorum yok: