Beşiktaş Çarşısı’na ev sahipliği yapan Sinanpaşa Mahallesi, klasik bir Beşiktaş mahallesinden farklı olarak tüm Beşiktaşlıların hatta İstanbulluların gelip geçtiği, nefes aldığı bir çarşı-mahalle…
Sinanpaşa Mahallesi’ne bir “çarşı-mahalle” dersek abartmış sayılmayız. Burası “merhaba”nın, “selamünaleyküm”ün hükmünün hâlâ geçerli olduğu, iğneden ipliğe her türlü ihtiyacın ucuza bulunabildiği, taze yemeklerin, güzel mezelerin yenildiği bir yer! Burası Barbaros Hayrettin Paşa, Sinan Paşa, Osman Hamdi Bey, Neyzen Tevfik, Behçet Necatigil gibi büyük ustaların, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sokaklarında gezdiği, ikâmet ettiği, eserler yarattığı bir mahalle. Ama Sinanpaşa Mahallesi’nin en önemli özelliği megakent İstanbul’da kapitalizmin yerli bir ettiği küçük esnafın nefes alma şansı bulabildiği birkaç korunmuş alandan biri olması…
Arheias’ın kenti
Bu küçük mahallenin kökleri çok eskilere gidiyor. M.S. 2. ya da 3. yüzyılda Bizantionlu Dionisios tarafından kaleme alındığı düşünülen “Anaplus Bosporu” (Boğaziçi’nde Yolculuk) adlı eserde Beşiktaş’ın tarihi ile ilgili ilk yazılı bilgilere ulaşıyoruz. Dionisios bu eserinde, bugünkü Sinanpaşa Mahallesi’nin çevresindeki bazı yerleşmelerden bahsediyor. Bizans tarihçisi Albrecht Berger’e göre, Dionisios’un liman kenti “Pentekontorikon” diye bahsettiği yer bugünkü Dolmabahçe, “Iasonion” bügünkü Maçka, “Arheion” diye anılan yer ise Beşiktaş merkez yani kabaca Sinanpaşa Mahallesi olmalı. Berger, Arheion tezini Dionisios’un kitabında geçen bir bilgiye dayandırır. Dionisios’un kitabında Arheion “kuzeye doğru, tepeler ve bunların arasında akan bir ırmakla” betimlenir. Bu ırmak Ihlamur Deresi olmalı. Arheion, aynı Khalkedon (bugünkü Kadıköy) ve Bizantion (bugün Tarihi Yarımada olarak anılan bölge) gibi bir Yunan koloni kenti olarak kurulur. Kentin kurucusu Arheias’tır.
Diplokionion’dan Beşiktaş’a…
Sinanpaşa’nın bulunduğu yerin adı M.S. 5. yüzyılda Ayios Mamas. Kaynaklara göre bu isim bölgede kurulu olan Ayios Mamas kompleksinden geliyor. Kompleks saray, hipodrom, liman ve limanın arkasındaki yarım daire biçiminde görkemli bir revaktan oluşuyor. Berger, bu revağın sütunlarının Beşiktaş isminin kökeni olduğunu iddia eder. Şöyle ki, 16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Petrus Gyllius Beşiktaş’ta “diplokionion” olarak bilinen çifte sütundan bahseder. Bu sütunların Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesinin inşaatında kullanıldığını söyler. Berger, bu iki sütunun Mamas revağının parçaları olabileceğini söyler. Bu tezini Buondelmonti’nin haritasında gözüken çifte sütundan geldiğini bildirir. Haritadaki sütunların sanki bir beşik asılabilmesi mümkünmüş gibi gözüktüğünü söyler.
Mahalleye adını veren kaptanıderya: Sinan Paşa
16. yüzyıl Sinanpaşa Mahallesi’nin bulunduğu bölge için bir dönüm noktası. Bu dönemde bölge bir denizci mahallesine dönüşüyor. 1541-42 yıllarında Mimar Sinan tarafından inşa edilen ilk Osmanlı kaptanıderyası Barbaros Hayrettin Paşa’nın türbesi nedeniyle bölge denizciler tarafından bir ziyaretgâh gibi kullanılıyor. Osmanlı Donanması sefere çıkmadan önce büyük kaptanıderyanın türbesini ziyaret ediyor. 1555 yılında türbenin karşısına inşa edilen kaptanıderya Sinan Paşa Külliyesi’yle birlikte bu önem perçinleniyor. Leventler Cuma namazlarını bu camide kılmaya başlıyor. Beşiktaş, Osmanlı donanmasının rütbeli askerlerinin ikametgâhına dönüşüyor.
Sinan Paşa, Mihrimah Sultan’ın eşi veziriazam Rüstem Paşa’nın kardeşi. Beşiktaş’a yaptırdığı külliyenin tamamlandığını göremeden 1553 yılında vefat ediyor ve Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Külliyesi’nin haziresine gömülüyor. Cami, medrese ve çifte hamamdan oluşan külliye 1555 açılıyor. Beşiktaş Çarşısı’nın ilk temelleri de külliyenin açıldığı yıllarda atılıyor. 1950’li yıllardaki meşhur Menderes yıkımları bu külliyeyi de parçalıyor; çifte hamam yıkılarak yok ediliyor.
Bu bölge için ikinci dönüm noktası 19. yüzyıl. Bu dönemde bölgede inşa edilen Dolmabahçe, Çırağan ve Yıldız sarayları sayesinde mahalle ve çarşı şenleniyor. Bu noktadan itibaren Erzincan ilinin Küçük Armıdan köyünde doğan Hagop Mıntzuri’nin anılarına sözü bırakalım. Uzun yıllar Sinan Paşa Camii’nin karşısındaki fırında çalışan Mıntzuri Beşiktaş Çarşısı’nın 19. yüzyıl sonundaki canlılığını çarşının içinden biri olarak anlatıyor:
Sinan Paşa Camii |
Bu bölge için ikinci dönüm noktası 19. yüzyıl. Bu dönemde bölgede inşa edilen Dolmabahçe, Çırağan ve Yıldız sarayları sayesinde mahalle ve çarşı şenleniyor. Bu noktadan itibaren Erzincan ilinin Küçük Armıdan köyünde doğan Hagop Mıntzuri’nin anılarına sözü bırakalım. Uzun yıllar Sinan Paşa Camii’nin karşısındaki fırında çalışan Mıntzuri Beşiktaş Çarşısı’nın 19. yüzyıl sonundaki canlılığını çarşının içinden biri olarak anlatıyor:
“… 1897’ninin Beşiktaşı’nı anlatıyorum. O günlerden, şimdiki Barboros Meydanı’nda Sinan Paşa Camisi var. Oradan, göz kararıyla fırının, çarşının, dükkânların yerini tespit edebiliyorum: Şurada fırının tezgâhı yükseliyordu; ben buraya ekmekleri dizerdim. Tezgâhın altına Azbıderli Musa Çavuş’un kahvehanesi vardı. Sarı yün arabasıyla iner, çıkar, çay ve kahve dağıtırdı. Bitişiğindeki sandık büyüklüğünde dükkânda, Hüseynikli nar gibi kırmızı yanaklı Mustafa Ağa ile yeğeni Yusuf, bağdaş kurup ince çöpleri keserek aynı boya getirir, süpürge bağlarlardı. Yusuf, süpürgeleri omzuna alıp buradan götürürdü semtlere. Beşiktaş, Ortaköy semtlerine, ‘Süpürgecii’ diye bağırarak. Evet, Karamanlı usta Yorgi’nin bakkal dükkânı da tam şuradaydı. Sabun, zeytinyağı, zeytin satardı. Dar ve uzun masada da soğan ayıklar, maydanozu, ciğeri, soğanı doğrar, unlar tuzlar ve unlu kanlı parmaklarıyla yanındaki ateş dolu maltızdan bozma bir mangalda yağı yakıp ciğerleri kızartırdı. Kâğıt kadar ince tabaklarda, müşterilerine kırk paraya ciğer servisi yapardı. Kapları yıkamazdı. Yiyenler ekmeğin içiyle üyle bir silerdi ki bir iz bile kalmazdı. Bitişiği İşkodralı Abidin Bey’in kasap dükkânıydı. Cüce çoban Şipka ‘cıngıl… cungul… cıngıl…’ zil sesleriyle koyunları dışarı çıkarır, otlatmaya götürürdü. Zeynel, müşteri olmadığı zamanlar, kasap bıçaklarını bilerdi. İşkodralı Arnavut beylerin zenginliği ile iftihar eder; ‘Yetmiş kaşık, yetmiş çanak sahipleridirler, o kadar adama her gün yemek verirler…’ der, o kadar yüksek sesle bağırırdı ki sokaktan geçenler duyarlar, dururlardı. Onların bitişiğinde ise Makedonyalı Lazo Curo’nun, Petru Marko’nun sebzeci dükkânı. Büyükdere’de, Bahçeköy’de bahçeleri vardı. Oradan katırlarla geceleri sebze getirirdi. Sabahları erken saatlerde duyardım: ‘cangılı, cangılı, cangılı…’ nasıl da ahenkli çalardı! Bana, Giresun vadilerinin tepelerinden geçen kervanları anımsatırlardı. Fırının tam karşısında camiyle birleşip bir köşe oluşturan yer, Arnavut şerbetçi Cafer Ağa’nın dükkânıydı. Önündeki mermerin üstünde her mevsim şerbet olurdu. Mecidiyeköyü’nde bir karlığı vardı. Yazın da her gün sepetlerle kar gelirdi dükkânın bodrumuna; şerbetler ve dondurma için…”
Hagop Mıntzuri’nin Tarih Vakfı Yurt Yayınları’ndan çıkan “İstanbul Anıları/1897-1940” Sinanpaşa Mahallesi’nin geçmişini ve Beşiktaş Çarşısı’nın zenginliğini anlamak için eşsiz bir eser. Okuma listenize almanızı tavsiye ediyoruz.
Köfteci Sabahattin, Kaymakçı Pando, Berber Güngör…
Köfteci Sabahattin, Kaymakçı Pando, Berber Güngör…
Mıntzuri’nin anlattığı Azbıderli Musa Çavuş’un kahvesi, Karamanlı Yorgi’nin bakkalı, Hüseynikli Mustafa Ağa’nın süpürgecisi ve İşkodralı Abidin Bey’in kasap dükkânı yok! Ama Beşiktaş Çarşısı büyük marketlere, alışveriş merkezlerine de teslim olmuş değil. Mıntzuri’nin bıraktığı bayrağı Sinanpaşa’daki ekmek fırınları hâlâ taşıyor; İstanbul’un en lezzetli, mis gibi kokan ekmeklerini yapıyor. Gün doğumuyla birlikte kepenklerini açan Uğur Mumcu Parkı ve Kanburun Bahçesi’ndeki çayhaneler -aynı Azbıderli Musa Çavuş’un 19. yüzyıl sonlarından yaptığı gibi- işlerine gidecek Beşiktaşlılar için çay demliyor. 7/8 Hasan Paşa Fırını galetaları, çay kurabiyelerini, vişneli mekikleri, kedidillerini tezgâhına diziyor. Köfteci Sabahattin, Kaymakçı Pando, Berber Güngör her sabah dükkânlarını açıp Beşiktaşlıları içeri buyur ediyor. Mahalleli içeri girip alışveriş etmese bile bir selamı esnafa çok görmüyor; hal, hatır sorduktan sonra yoluna devam ediyor.
Öğle vakti Beşiktaş Çarşısı artık sadece Sinanpaşalıların değil İstanbulluların tamamının buluşma noktası! Özellikle üniversite öğrencileri taze ve ucuz yemek yemek için Beşiktaş Çarşısı’ndaki köfteciler, dönerciler ve esnaf lokantalarını dolduruyor. Balık Pazarı akşama hazırlık yapan hanımefendilerin, beyefendilerin akınına uğruyor. Lüferler, palamutlar, istavritler itinayla temizlenip, yan tezgâhtan roka ve turp alınıyor.
Akşama doğru çarşıda gölgeler uzamaya başladığında, Has Fırın ve Ihlamurdere caddeleri kalabalıklaşıyor. Önce çayhaneler, ardından birahaneler, sonra da Balık Pazarı çevresindeki meyhaneler, dostlarıyla sohbet edip günü çarşıda sonlandırmak isteyenler tarafından dolduruluyor… Bir de Beşiktaş’ın o akşam maçı varsa değmeyin Sinanpaşalıların keyfine! Bilmeyenler şaşırabilir ama maç günü Beşiktaş Çarşısı’nda bütün sohbetler “tezahürat makamı”nda yapılıyor. Çarşının nabzı 90. dakikanın sonuna kadar yükseldikçe yükseliyor. 91. dakikada genelde büyük bir sevinç, arada hüzün! Sonuç her ne olursa olsun çarşı sabaha umutla giriyor! Kepenkler açılıyor, dükkânların önü temizleniyor! Sinanpaşalılar -düzene inat- alışverişini süpermarketten değil küçük esnaftan yapıyor. Çünkü hâlâ çarşıda selamlaşma var, sohbet var, dostluk var, dayanışma var!
B+ 15. sayı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder